10 Temmuz 2010 Cumartesi

AMERİKAN POSTALI


Ben Sakarya ilkokulunda başladığım ilköğrenimimi İstiklal ilkokulunda tamamladıktan sonra 1963 yılında Ayvalık ortaokuluna başladım. 1969 yılında Ayvalık lisesini bitirene kadar geçen altı yıl süresince ben ve benim kuşağım; haklarını yıllar sonra verebildiğimiz, çok değerli öğretmenler tarafından yetiştirildik. İlk, orta ve lisede; insani özellikleri, uzmanlıkları, yeterlilikleri elbette birbirinden farklı olan öğretmenlerimizi, hangi branştan olurlarsa olsunlar en genelde üç kategoriye ayırmak mümkündür. Ayvalıklı olanlar, Ayvalık’ta bir süre görev yapıp başka bir yere tayin olan ve geride kendi izlerini bırakarak hayatımızdan çıkanlar, Ayvalıklı olmasalar da bizim güzel kasabamıza gönül verip emekli olana kadar burada çalışan ve görevden ayrıldıktan sonra da Ayvalık’a yerleşen, yani sonradan da olsa bizim kadar Ayvalıklı olanlar. Zaman zaman, bizi biz yapan bu değerlerin birçoğundan sizlere söz edeceğim. Tanımayanlara tanıtacak, hatırlayanlarla birlikte anacağım. Ama bugünkü yazının konusu; ilk bölüme girenlerden, yani Ayvalıklı olanlardan bir öğretmenimiz. Acı haberi, Haziran ayında Ayvalık’a geldiğimde aldım. Sevgili öğretmenimiz Yılmaz Gültekin’i kaybettik. Bilirsiniz; ortaöğretimdeki dersler arasında kısaca Resim-Müzik-Beden diye ifade edilen ve ne yazık ki pek de ciddiye alınmayan bir üçleme vardır. Aslında layıkı ile yapıldığı takdirde insan gelişimi için çok önemli olan bu derslerin haftalık saatleri de azdır. O yüzden; ödül mü, ceza mı, ‘boş oturacağına bari idari işlerle ilgilensin’ gibi sağlıksız bir anlayış sonucu mu bilinmez, müdür yardımcıları genellikle bu branşlardan seçilir. Sonrası artık o öğretmenin kimliğine, görev anlayışına, sorumluluk duygusuna, yaratıcılığına ve mesleki sevgisine kalmıştır. Yılmaz hocamızı ‘resim öğretmeni’ idi diye tariflemek onu çok dar kalıpların içine sokmak olur. Evet resim öğretmeni idi ama ressamdı, heykeltıraştı, tasarımcıydı, sanatkar ve zanaatkardı. Yine adeta vakit geçirme ve haftalık ders saati doldurma amacına yönelik olarak konulmuş ‘atölye’ dersleri, onun ustalıklı yönetimi ile bizler için kendimizi ve becerilerimizi keşfettiğimiz, özene bezene ekmek tahtası, kuş kafesi gibi marangozluk işler yaptığımız, alçıdan kül tablası, mask kalıpları döktüğümüz, çini boyadığımız keyif saatlerine dönüşürdü. Yaşamı; önceleri müdür yardımcısı, sonra müdür olarak görev yaptığı Ayvalık lisesine adanmıştı. İdari işlerden kalan kendi zamanında ürettiği birçok tablo, fresk, heykel bugün bile Ayvalık lisesinin koridorlarını ve duvarlarını süslemektedir. Okulda, bahçede, dışarıda, günün herhangi bir anında onunla karşılaştığımızda ‘kaçışmaz’dık. Önümüzü ilikler, saygıyla selam verirdik. Çünkü Yılmaz hoca korkulan değil, sayılan bir öğretmendi. ‘Gürlerdi’ ama ‘yağmazdı’. Uzun boyu, yapılı bedeni, gümüş grisi kaküllü saçları, dudaklarının üzerindeki yine gümüş rengindeki -o zamanın moda deyişiyle- ‘Ayhan Işık’ bıyıkları ve en kızgın anlarında bile ortaya çıkmaya hazır gizli gülümsemesiyle; güven duyardınız ona. Neşeli bir ciddiyeti vardı. Diğer öğretmenlerimizin sınıfa girdiklerindeki olağan ‘Günaydın çocuklar’ selamlamasına verdiğimiz; ortaokuldaki ‘günaydın öğretmenim’, lisedeki ‘günaydın hocam’ ritüeli Yılmaz beyde; ‘Günaydın Amerikan postalı suratlılar, kızlar hariç’ sözlerine dönüşürdü. Amerika hakkında bildiğimiz tek şey uzun teneffüste bizlere süt tozu şeklinde dağıtılan Amerikan yardımıydı ve ‘postal’ bugünkü kadar ayağa düşmemişti ama bu iki sözcük Yılmaz beyi yüreğimizde ayrı bir yere koyar, bizi kendi gözümüzde farklı kılardı. Küçük bir kasabanın, isimsiz kahramanlarından biri olarak geldiii, geçti Yılmaz Gültekin. Arkasında bir dolu anı ve eser bırakarak. Işıklar içinde yat sevgili öğretmenim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder