12 Haziran 2010 Cumartesi

KÜÇÜK MUTLULUKLAR


Kuşatılmış durumdayız. Türkiye, tarihinin hiçbir döneminde ‘dahili ve harici bedhahlar’ın marifetiyle bugünkü durumuna düşmemişti. ‘Açlık sınırı’ ve ‘yoksulluk sınırı’ birer sosyolojik saptama olmaktan çıktılar, hayatın hergünkü gerçeği haline geldiler. Sadece bu bile, utanılması gereken bir durumdur. Yetkililer ne söylerlerse söylesinler diplomasimiz ve yurtdışı prestijimiz ayaklar altında. İçte terör, dışta iç hesaplaşmaların ve neredeyse kaprislerin tetiklediği çatışma tehlikesi. Piyasalar; İstanbul’da bir kez daha olmamasını dilediğimiz ama her an olacakmış korkusunu yaşayarak beklediğimiz yeni bir depremin yarattığı duyguya eşit, tedirgin bir güvensizlik içinde. İnsanlar ürkek, yılgın, geleceğinden kuşkulu. Çünkü ulusal ve uluslararası arenada oynanmakta olan bu dev oyunda bizler artık figüran bile değiliiz. Geriye; hayatı sürdürmeye çalışmak ve sadece küçük mutluluklarla yetinmek kalıyor.
Öyle yaptık. Geçen sayıda sizlere akarmaya çalıştığım yıllık toplantımız için 1969 yılı Ayvalık Lisesi 6-Fen mezunları, Türkiye’nin çeşitli yörelerinden koparak 5 Haziran günü öğleden sonra Cunda Taşkahve’de buluştuk. Yarım günlüğüne bile olsa 41 yıllık bir dostluğun sıcaklığına sarıldık. Son gelişimde Eczacı dostum, kardeşim Ethem Öztolan’la sohbet ederken bana çarpıcı bir bilgi vermişti. İstatistiklere göre 40-50 yıl öncesine (yani bizlerin çocukluk ve ilk gençlik yıllarına) göre Ayvalık’ta, kökü Ayvalık’lı olan 6200 kişi kalmış. Bu 6200 kişinin ve umarım ki o yılların Ayvalığını ve Ayvalıklılar’ını anlattıkları, aktardıkları çocuklarının bazılarımızı hatırlayacakları 12 kişiydik. Başta; üç yıl önce bu buluşmaların fitilini ateşleyen sevgili kardeşim Mihriban Nurtuna, Kaya Timuçin, Salih Ezer, Mustafa Uzuncuk, (İzmir’den) Ferda İzbudak Akıncı, Hatice Kendigelen Topaz, Metin Aybar, Bülent Çakın, Ali Sözer, (Balikesir’den) Esin Çelik Bozoğlu, (İstanbul’dan) Timur Okan, Hüseyin Güven. 60’ına merdiven dayamış 12 genç. Yedik, içtik, sohbet ettik, hatırladık, hatırlattık, güldük, gözlerimiz doldu. Bir öğretmenimizi daha kaybettiğimizi öğrendik. Bu yaşlara gelmiş, bu toprakta mütevazı aileleri ve Cumhuriyet öğretmenleri tarafından yetiştirilmiş, çocuklarını herşeyden önce ‘iyi’ insanlar olmalarını öğütleyerek yetiştirmiş ve kendi kulvarlarında ülkeye 30 yıldan fazla hizmet vermiş insanlar olarak dünün Ayvalık’ı ve Türkiye’si ile bu günün arasındaki farklılıklar kaçınılmaz olarak sohbet konularımızın arasında yer aldı. Ve dünyanın bu gerçekten eşi bulunmaz sahil kasabasında, karşımızdaki Ayvalık’ın denize yansıyarak bize kadar ulaşan ışıklarına bakarak düşünmeden edemedik. Ne yapıyorsunuz, yaşları bizlere yakın hatta birçoğu bizden genç olan ey sayın büyüklerimiz, yöneticilerimiz? Ne yapıyorsunuz ve ne uğruna yapıyorsunuz? Bu ülkenin neler feda edilerek var edildiğini bilmiyor musunuz, aldırmıyor musunuz? Çanakkale’ye seçim dönemleri dışında, sıradan Türk vatandaşları olarak, sadece görmek, öğrenmek, hatırlamak amacıyla hiç gittiniz mi, daha da önemlisi, çocuklarınızı götürdünüz, anlattınız, gösterdiniz, öğrettiniz mi? Ayvalık’taki İlk Kurşun Tepesi’nin Ramazan ayında iftar topunun atılmasından başka bir anlamı var mı sizin için?
Kuşatılmış durumdayız. Ve bizler için geriye sadece küçük mutluluklar kaldı. Her sene Haziran ayında sevgili dostlarımızla hayattan çalınmış bir yarım gün bir araya gelmek gibi. Seneye -elbette bu arada bir savaşa girmemişsek, biz sıradan insanların hayal bile edemeyeceği başka marifetlerle karşılaşmamışsak- yeniden buluşmak üzere ayrıldık. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder