İnsanı ve o insanların oluşturduğu toplulukları biçimlendiren ögelerden biri de içinde doğduğu ve yetiştiği coğrafyadır hiç kuşkusuz. Nedense Türkiye’nin coğrafi zenginliği sadece turistik açıdan değerlendirilir hep. Her kış gazetelerde aynı anda Türkiye’nin dört ayrı köşesinde dört ayrı mevsim yaşandığı haberleri, Doğu’da kar, Antalya’da denize girenlerin fotoğrafları yayınlanır. Bunlar doğrudur doğru olmasına ama bir de o coğrafyaların yöre insanının yapısını, tabiatını, alışkanlıklarını, göreneklerini nasıl şekillendirdiğinden pek söz edilmez. Tam aksine; özellikle son sekiz-on yıl içinde bu farklılıkların; zenginliklerimiz olarak değil, ayrılıklarımız olarak kullanılmaya başlandığı ve bunun toplum genelimizde nelere yol açtığı malumunuzdur. Oysa Karadenizlisi ile, Doğu Anadolulusu ile, Akdenizlisi ile, Egelisi ile her coğrafyanın ortak paydalar altında renkli, zengin farklılıkları vardır. Örneğin biz Egeliler biraz gamsız, ağır kanlı, genel olarak barışık insanlarızdır. Kışı, soğuğu sevmeyiz, yaz insanlarıyız, kanımız biraz tuzludur. Denizle o kadar iç içeyizdir ki doğduğumuzdan itibaren birlikte olmanın getirdiği arkadaşlığa sırtımızı yaslayıp bize gönül koymayacağını bildiğimiz için yaz geceleri Cumhuriyet alanındaki kahvelerde, elimizde ayçekirdeği külahlarıyla yüzümüzü ona değil, yola vererek otururuz. Hemen bütün Ayvalıklılar gibi benim de çocukluğumdan bu yana (son yıllarda pek kucaklaşamasak da) bitmez bir deniz sevdam vardır.
Her yıl sevgiliyle buluşur gibi kendimizi denizin kollarına atacağımız günü beklerdik. Şimdilerde İlköğretim Okulu’na dönüştürülmüş olan bina bizim dönemimizde Ayvalık Ortaokulu idi. Her yıl, hava nasıl olursa olsun 23 Nisan günü öğleden sonra okuldan çıkınca giysilerimizi fora eder (mayolar bir gece önceden içimize giyilirdi) okulun önünden denize atlar, çığlık çığlığa mevsimi açardık. Evde işiteceğimiz azar (oğlum hasta olacaksın, ıslak vücuduna giyilir mi bu giysiler...) bile deyerdi bu ritüelik kutlamaya. 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nda da Cumhuriyet alanına getirilen bir kum mavnasının ucunda sallanan bayrağı almak için yapılan ‘yağlı direk’ yarışmalarında canı yanan çok yaşıtım vardır mutlaka. Yaz boyunca denizden çıkmazdık. Plaj kavramı yıllar sonra gelişti bizlerde, çünkü Ayvalık’ın her yeri plajdı bizim için. Her yerde denize girerdik. Çevreci örgütler falan boy göstermemişti henüz çünkü ‘çevre’ vardı. Deniz kirliliği gibi bir sorunumuz yoktu. İlerleyen yıllarda (tabii özellikle bu satırlarda arada sırada söz ettiğim Sarımsaklı’nın bunda katkısı büyüktür) ‘plajlara’ gider olduk. Bu bağlamda Ayvalık’ın her köşesinde şekillenmeye başlayan plajlar ancak değişiklik duygularımıza cevap verirdi, yoksa deniz yine aynı denizdi ve körfezin her köşesi alabildiğine temizdi. Hava poyraz olduğunda Cunda’ya giderdik yüzmek için çünkü orası rüzgar almazdı. İki plaj vardı Cunda’da Halk Plajı ve Kadınlar Plajı. Bir de Cunda’ya giderken bağlantı yolunu geçtiğinizde hemen sağda geniş bir kumsal vardı. Çamlık körfezinde, gazinonun hemen altındaki plaja sık gidemezdik çünkü giriş paralıydı ve denize girmek için para ödemek, çocuk aklımızın alabileceği, gücümüzün yeteceği bir şey değildi. Bazen Tımarhane adasına giderdik kayıkla. İnanılmaz bir kumsalı vardı, şimdi kimbilir nasıldır, bilmiyorum. Ve bence en önemlisini en sona bıraktım: Kapri Plajı ve Gazinosu. Ama Kapri; Ayvalık sosyal yaşamında başlı başına bir kültürdür ve ayrı bir yazı konusu olmayı hak eder. Haftaya Kapri’de buluşmak üzere.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder