Geçen yazımızda da sözünü ettiğimiz gibi; Ayvalık sürekli olarak ve hızla değişiyor. Öğrenim, evlilik, göç, tayin gibi nedenlerle Ayvalık’tan uzun süre ayrı kalan doğma-büyüme Ayvalıklılar, geri döndükleri zaman tanıdığı, bildiği mekanların ya yıkılmış ve yerine yeni bir bina yapılmış olduğunu görüyorlar ya da ticaretin acımasız çarkları içinde sürekli açılıp kapanan yeni mağazalarla karşılaşıyorlar. Size bugün sadece adlarının içinde taşımakla kalmayıp, Ayvalık için ifade ettikleri değerler açısından da “şerefle” hatırlanmaları gereken iki kişiden söz edeceğim. İmren pastanesinin yanındaki köşede; zaman içinde hediyelik eşya, eczane, giyim dükkanı gibi kılıklara girmiş küçük bir dükkan vardı: “Kitapçı Şeref”. Üç dört basamakla inilen, sağlı sollu duvara kadar yükselen rafları kırtasiye malzemeleri ve romanlarla dolu bir dükkandı. Günün hangi saatinde girerseniz girin, camlı tezgahın arkasında, üç parçalı takım elbiseli, jilet gibi tıraşlı, bakımlı, burnunun üzerine düşmüş gözlükleri ile kitap okuyan Şerafettin beyi görürdünüz. Yumuşak bir konuşma üslubu ve sakin bir ilgiyle isteğinizi yerine getirir ve yine kitabına dönerdi. Okumakla kalmaz, tanıtır, önerir ve o günlerde pek de rastlanmayan bir ticari anlayışla; kitap alanlara taksit yapardı. İstanbul’da son yayınlanan birçok romanı bu raflarda bulabilirdiniz. Ve bizim kuşağımızın kitapla tanışmasında Şerafettin beyin etkisi ve katkısı büyük olmuştur. Evet dostlarım; Ayvalık ‘okuyan’ bir kasabaydı. Her ne kadar Ege’nin güneyi kadar popüler bir güzergahta olmasak da hayatın içindeydik. Bugünün televizyon ve internet çılgınlığının henüz hayatın her alanına egemen olmadığı yıllardı. Ve 50 yıl öncesinin Ayvalık’ının; birçok Anadolu kentinde bile lüks sayılacak sinemaları vardı. ‘Sinemalarımızı’ bir başka yazının konusu olarak şimdilik bir kenara bırakıp ikinci kahramanımıza geçelim. Normalde, hafta içinde bugünkü Halkbank’ın (eskiden orası başlı başına bir kültür olan Taşkahve idi) köşesinde duran ama cumartesi-pazar günleri sinemaların önünde yerini alan “Çekirdekçi Şerif”. Üç ayaklı tezgahının üzerindeki farklı bölmelerde, çeşit çeşit ve nasıl beceriyorsa ‘her dem taze’ kuruyemişleri, her Ayvalıklı’nın damağında ayrı bir lezzet bırakmıştır. Kırmızı yanakları, devasa göbeği, başından hiç eksik etmediği kasketi ile Ayvalık’ın değişmez figürlerinden biri olarak köşesinde durur ve gelen geçenlere; yıllar sonra reklam yazarlığına başladığımda adına ‘slogan’ denildiğini öğrendiğim ve kendisini anarak bir kampanyada da benzerini kullandığım cümlesi ile seslenirdi. “Herkesin çenesi oynasın!” Kendisi de ne kadar farkındaydı bilmiyorum ama kastettiği keyifti, eğlencelikti, paylaşmaydı. Bugün de ‘herkesin çenesi oynuyor” ama ne yazık ki Şerif ağabeyin kastettiği anlamda değil. En üst düzey yönetimlerden sokaktaki en sıradan insanımıza kadar; ‘oynayan çenelerden’ sadece kavga, küfür, yalan, iftira çıkıyor. Ve ne yazık ki “şeref” kavramı eğlencelik edilmiş durumda.
24 Mayıs 2010 Pazartesi
PORTRELER 3
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder