“Hafıza-i beşer, nisyan ile maluldur!” Yani; insanın en büyük zayıflığı unutmaktır. Ayvalık’ta yaşıyoruz. Ayvalık’ta doğmuşuz, ya da memuriyet, atanma, emeklilik, göç gibi nedenlerle bu güzelim kasabanın bir parçası olmuşuz. Peki Ayvalık’ı biliyor muyuz? Yoksa 1980’li yıllardan sonra hayatın her alanında olduğu gibi; köklerimizden kopma, günü kurtarma, mümkünse köşeyi dönme rüzgarına kendimizi kaptırıp Ayvalık’ı sadece ikamet edilecek bir başka yer olarak mı görür olduk? Ayvalık’ın değerlerini, insanını, bize bugünleri miras bırakan nesilleri kaçımız biliyor ya da merak ediyor? Bu uğurda, soyadı gibi ‘yorulmaz’ bir usta olan Ahmet Yorulmaz’ın, tümüyle Ayvalık’a adanmış bir yaşamın ürünleri olan yapıtlarını kaçımız aldı, okudu, kütüphanesinde bulunduruyor, tavsiye ediyor? Evet unutuyoruz ya da amaçlı, programlı olarak unutturuluyoruz.
Bu yazı dizisinin amacı ‘hatırlamak, hatırlatmak’. İnsanlarımızı, mekanlarımızı, anılarımızı. Öyle romanlara konu olacak, üzerlerinde incelemeler yapılacak kişiler değil bunlar. Siz, biz, onlar... Sıradan insanlar, zaten güzelliği de sıradan olmaları. Çünkü onlar bizim geçmişimiz, onlar Ayvalık’ın ta kendisi. Madem ki Ahmet Yorulmaz’dan söz ettik, gelin yolculuğumuza yine onun koluna girerek 1950’lerin sonundan başlayalım. Emin Süner pasajı henüz inşa edilmemiş. Onun bugünkü girişinin olduğu yerde bir gazete bayii var. ‘Geylan Kitapevi’. Üç metreye üç metre kadar, küçücük bir dükkan. Sağlı sollu ve arka duvarda tavana kadar uzanan raflar kırtasiye, kitap, gazete dolu. Tam ortada bel hizasında camlı bir tezgah var. Ve arkasında dev gibi bir adam duruyor. İri göbeği, eskilerin ‘şişe dibi gibi’ diye tabir ettiği ileri dereceli gözlükleri, her zaman dirseklerine kadar sıvanmış gömleği, kırmızı ‘V’ yaka süveteriyle Fuat Geylan. Alamet-i farikası olan sözcükleri sesleniyor dükkanın önünden geçen gençlere. “Teksas, Tommiks, Pekos Bill, Süpermen... Yeni sayıları geldi!” O yılların en gözde çizgi romanları. Birçok anne babanın; çocuklarının okumalarını istememelerine rağmen, günümüz koşullarıyla karşılaştırıldığında ne kadar masum, ne kadar hayal gücünü besleyen kitaplar. Ama tanesi yimi beş kuruş. Günlük haçlığı on kuruş olan bu satırların yazarı ve hepsi aynı sınıfın çocukları olan arkadaşları için ulaşılmaz rakamlar. Ama hepimizin ‘Fuat amca’sının derdi satış falan değil. Çocuklar okusunlar da ne okursa okusunlar. O yüzden dükkana ne zaman girerseniz girin, içeride; bir kenardaki açılır kapanır taburelerin üzerinde oturmuş, yeni çıkan çizgi romanları okuyan bir ya da iki çocuk görüyorsunuz. Üstelik o dönemde kitaplar sayfa sayfa değil, büyük yapraklar halinde basılıp, katlanıp zımbalanıyor. Fuat amca, bizim okuyabilmemiz için özenle zımbaları çıkarıyor, tabaka halindeki kitapları, evire, çevire okuyoruz sonra hiç üşenmeden tekrar aynı özenle katlıyor, zımbalıyor, raftaki yerine koyuyor. Sanki hepimiz kendi atlarımızın üzerine binmiş, coşkuyla çıkıyoruz dükkandan, bir sonraki sayıya kadar. Bir çoğumuzun; ilk okuma zevkini o taburelerin üzerinde edindiğimizi söylemek abartı olmaz. Sonraki yıllarda Geylan Kitapevi; pasajın içindeki yeni yerine taşınsa bile, bu adı konulmamış okuma, paylaşma, edebiyat sohbetleri işlevini Ahmet Yorulmaz’ın, ya da yine bizim kuşağımızın söylemiyle Ahmet abimizin kimliğinde sadakatla sürdürdü.
Yılda 1000 kişiye bir kitap düşen okuma oranına sahip bir ülkenin çocuğu olarak
Fuat amcayı saygı ve rahmetle, Ahmet ağabeyi sevgi ve minnetle anıyorum.
Not: Bilenler bilir, Kadıköy adeta bir sahaflar cennetidir. Geçenlerde en eski sahaflardan birinde 1957 baskısı bir Pekos Bill buldum. Fiyatını sordum 25 milyon lira dediler. Değişen bir şey yok, yine alamadım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder