24 Mayıs 2010 Pazartesi

IZ BIRAKANLAR

İnsan belirli bir yaşa gelince arada bir durup, geriye bakıp bugünlerine nasıl geldiğinin, kendisini, artısıyla-eksisiyle bugün olduğu insan haline getiren yaşanmışlıkların neler olduğunun muhasebesini yapıyor. Ayvalık’ta doğmuş, büyümüş, okumuş ve kökü hala bu güzelim kasabaya bağlı olan bir hemşeriniz olarak yakın geçmişime dair değil de, o günlerimize ait bu muhasebeyi yaptığımda kendimi çok şanslı hissediyorum. Eminim ki Anadolu’daki onlarca kasaba ve kentte, benim yaşıtım olan yüzlerce çocuk ya da genç, büyürlerken eğitim ve kültür olarak bizler kadar beslenmemişlerdir. Örneğin; Ayvalık; Yeşilçam tarafınan çok tercih eilen bir film platosu gibiydi adeta. 1950’li yıllarda Ayvalık’ta çekilen bir filmin öyküsünü ilerideki günlerdeki bir yazıya saklayarak bu yazıda konser ve tiyatro trafiğinden söz etmek istiyorum. Evet gerçekten talihli çocuklardık. İlkokuldan lise sona kadar geçen sürede; dönemin öndegelen neredeyse bütün müzik gruplarını dinleme, tiyatro gruplarını izleme şansına sahip olduk. Cem Karaca ve Dadaşlar, Barış Manço ve Kurtalan Ekspres, Ersen ve Dadaşlar, Erol Büyükburç, Vasfi Uçaroğlu-Kamuran Akkor, Timur Selçuk, Berkant ve hatırlayamadığım kişi ve topluluklar ileriye doğru iz bırakarak geçtiler hayatımızdan.

Çarşamba günleri öğleden sonra eğitim yoktu ve öğretmenlerimiz bu yarım günü; bizi toplu olarak tiyatroya götürerek değerlendirmemizi sağlarlardı. O zamana yönelik olarak itiraf edeyim ki pek de gönüllü değildik bu eyleme ama bize neler kattığını ancak yıllar sonra, hayatın içinde anlayabildik. Rıfat Ilgaz’ın; sonraki yıllarda bir kült olan Hababam Sınıfı ile ilk kez Ayvalık’ta Ulvi Uraz tiyatrosu aracılığıyla tanıştık. Tiyatronun bu üstadının kadrosunda kimler yoktu ki: Her biri henüz genç birer fidan olan Metin Akpınar, Zeki Alasya, Kemal Sunal, Ahmet Gülhan, Suzan Ustan...Tevhid Gelenbe tiyatrosu, Aziz Basmacı-Hüseyin Baradan tiyatrosu, Lale Oraloğlu’ndan ‘Kadınlar I-ıh Derse’ oyunu, Kenterler... Ve hepsinin arasında, kendisi için ayrı bir parantez açacağım, Türk tiyatro tarihinde çok ayrıcalıklı bir yeri olması gerekirken ne yazık ki hak ettiği değerin hiçbir zaman verilmediği Sadi Tek. Ömrünü; daha tiyatro alışkanlığı bile doğru dürüst yerleşmemiş insanımızı üstün tiyatro yapıtlarıyla tanıştırmaya vakfetmiş, Ayvalık’tan Çorum’a, Kars’tan Tekirdağ’a kadar Anadolu’nun her yerinde Shakespeare oyunları sergilemiş bir adanmışlık timsali. Yıllar sonra, Ankara’da yaşarken karlı bir kış günü evimin karşısındaki bakkaldan alışveriş etmeye gittiğimde; iyice yaşlanmış, yıpranmış, ayaklarını zor sürüyen, üzerinde artık eski bile denemeyecek bir paltoyla içeri girdi Sadi bey. 100 gram zeytin ve bir çeyrek ekmek alıp çıkarken ülkemizde sanatçıya verilen değerle günümüzde kendilerine ‘sanatçı’ diyen bir grup insan arasındaki yaman çelişkiyi düşünmeden edemedim. Ve biz; Ayvalıklı gençler olarak bu büyük ustadan Kral Oedipius’u seyretme ayrıcalığına sahip olmuştuk. Ömrümün sonraki yıllarında izlemediğim kadar oyun izledim o yıllarda ve hepsi, bugün olduğum kişi olma yolunda derin iz bıraktılar bende.

Evet, Ayvalık’ta doğmuş ve büyümüş olmakla kendimi gerçekten şanslı sayıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder