22-25 Temmuz
tarihleri arasındaki üç gün içinde; her biri bende farklı izler bırakmış,
hayatıma keyif katmış, dağarcığımı zenginleştirmiş dört büyük isim ayrıldı
aramızdan.
Önce Verda Erman’ı kaybettik. Müzik öğrenimine
henüz dört yaşındayken başlayan ve kamuoyunda ‘Harika Çocuklar Yasası’ diye
bilinen, olağanüstü yetenekli çocuklara tanınan hakla Paris’e piyano öğrenimi
görmek üzere gönderilen bu dev sanatçımız 14 yaşındayken Paris
Konservatuvarı Yüksek Piyano ve Oda Müziği bölümlerinden birincilikle mezun
oldu. 1971 yılında Devlet Sanatçısı
unvanını aldı ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası solistliğinin yanı sıra
dünyanın hemen her köşesinde, ünlü şefler ve orkestraların eşliğinde sayısız
konser verdi. Ödüllerle, övgülerle, alkışlarla dolu yaşamı 22 Temmuz günü; sevenlerinin
‘bis’ çağrılarına cevap veremedi. Çok üzüldüm.
Daha onun kaybının
acısı çok tazeyken, aynı gün, Profesör Sevda
Şener’in ölüm haberiyle sarsıldım. Tiyatroya adanmış bir yaşam, arkasında
ağlayan maskeyi bırakarak sonsuzluğa göç etti. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi
Tiyatro Bölümü’nde asistanlıkla başlayan öğreticilik yolculuğu, profesörlüğe
kadar sürerek ömrünü adadığı bölümün başkanlığından emekli olana dek ona en az
akademik kariyeri ölçüsünde değerli olan ‘Hocaların Hocası’ unvanını
kazandırdı. Günümüzde oyunculuklarını keyifle izlediğimiz birçok ismin temeli
O’ndan aldıkları sağlam eğitim harcının üzerinde yükselmektedir. Çok üzüldüm.
Ama yaprak dökümü
devam edecekmiş. Hemen iki gün sonra 24 Temmuz’da opera dünyası çok değerli bir
sesini yitirdi. Şan ve opera sanatçımız, o dev ses, Ayhan Baran; arkasında bir değil sayısız hoş seda bırakarak
gökkubbeye yükseldi. 1951 yılında başladığı kariyeri boyunca Türkiye ve Avrupa’da
sayısız gösteride sahne alan Baran; ‘unutulmaz
rollerin bas sesi’ olarak ün yapmıştı. 1987 yılında Devlet Sanatçısı
unvanıyla onurlandırılan Baran solist ve yönetmen olarak Türk operasına
unutulmaz katkılarda bulunmuş, Türk bestecilerinin eserlerini dünyanın en ünlü
sahnelerinde başarıyla yorumlamış, değeri birçok ulusal ve uluslalarası ödülle
taçlanmıştı. Çok üzüldüm.
Meğer yaz vurgunu
bitmemiş. Hemen bir gün sonra 25
Temmuz’da Çolpan İlhan’ı yitirdik. Çok
üzüldüm. Bazı insanlar vardır; ‘ışık saçarlar’. Benim için Çolpan İlhan onlardan
biriydi. Baştan beri yitirmekten büyük elem duyduğumu söylediğim değerlerimizin
kimliklerini bilen ve kayıplarından üzüntü duyan bütün dostlarımı tenzih ederek
ve ukalalığımın bağışlanmasını dileyerek, içlerinde kendisi hakkında fazla bir
şey söylememe gerek olmayan tek kişinin Çolpan İlhan olduğunu sanıyorum. 1988
yılında Devlet Sanatçısı unvanı verilen, 300’e yakın filmde rol almış bu zarif
sanatçıyı, benim gibi iflah olmaz bir sinema tutkunu bir yana, deyim yerindeyse
herkes tanır.
Diğerlerine gelince; en az sinema kadar tutkuyla
sevdiğim klasik batı müziği dinleyiciliği serüvenim boyunca Verda Erman’ı
birçok kez dinleme onurunu yaşadım, keyfini sürdüm. Yıllar önce
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ve Korosu’nun seslendirdiği Carl Orff’un
sahne kantatı Carmina Burana’daki solistlerden biri olarak dinlediğim Ayhan
Baran’ın o -başka sıfat bulamadığım için bağışlayın- ‘davudi’ sesi hala
kulaklarımdadır. Profesör Sevda Şener’in ise; ömrümün; Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi Tiyatro Bölümü’ndeki çalışmalarını yakından izleyebilme şansına sahip
olduğum bir döneminde tanıma fırsatı bulmuş olmanın bende apayrı bir yeri
vardır. Evet sevgili dostlar, 2014 yılının Temmuz ayında dört gün, sadece dört
gün bu dünyadan dört seçkin, rafine insanı aldı götürdü. Hepsine, kendileri
bilmeseler ve artık hiç bir zaman bilemeyecek olsalar da şu ‘sönen, gölgelenen dünyaya’ ve bana
kattıkları için teşekkür borçluyum. Elimden ancak bu hafta şu mütevazı
köşemdeki mütevazı yazıyı kendilerine ayırmak gelebildi. Stefan Zweig’ın o ünlü
kitabına verdiği ve çok sevdiğim ismiyle, hepsinin hayatıma dokunduğu anlar
benim için ‘Yıldızın Parladığı Anlar’dı. Işıklar içinde yatsınlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder