22 Ağustos 2014 Cuma

AYVALIK’IN YORULMAZ ADAMI…


O’nu ilk kez ne zaman tanımış olduğumu hatırlayabilmek için ‘nisyan ile malul olan hafızamı’ çocukluğuma kadar uzanan bir yolculuğa çıkardım. Hatırlayamadım. Sonunda farkına vardım ki bu boşuna bir çabadır. İnsan ailesinin bireylerini, örneğin ağabeyini de ilk kez ne zaman gördüğünü, tanıdığını, hayatına girdiğini hatırlayamaz ki. O zaten ‘var’dır. Onu görür, konuşur, dinler, yaşar ve büyürsünüz. Hayat; bazen sizin kararlarınız, bazen değişken rüzgarların sürüklemesiyle yolları ayırsa da, araya ‘ara’ girse de eksilmez, değerinden, derinliğinden bir şey yitirmez ve ‘yorulmaz’ bu saygılı ve sevgili ilişki. Ayvalık’ta doğmuş, büyümüş, çocukluğunu, ilk gençliğini bu olağanüstü kasabada yaşamış, gün gelip hayatın çağrısına uyarak dışarıya gitmek zorunda kalmış ama asla dışarlıklı olmamış bir kardeşiniz olarak kendimi çok şanslı hissediyorum. Çünkü geride; ömrüm boyunca ileriye doğru sürdürülen bir dostluk bıraktım ve her dönüp gelişimde o dost beni aynı mekanda, aynı güler yüz ve aynı sıcaklıkla karşıladı. Mekan GEYLAN KİTAPEVİ. Dost AHMET YORULMAZ. Ahmet Yorulmaz için çeşitli kaynaklara ulaşarak edineceğiniz bilgilerde onun gazeteci, yazar, şair, çevirmen olduğunu öğrenirsiniz. Ama bunlar Attila İlhanın deyişiyle sadece ‘meraklısına notlar’dır. Yaşı benim gibi 60’ı geride bırakan Ayvalıklılar kuşağı için ise bütün bu nitelemelerin üzerinde bir sıfatı vardır. O her şeyden önce bizim ‘Ahmet abi’mizdir. Hep var olan, dinleyen, yol gösteren, paylaşan bizi zenginleştiren ağabeyimiz. Üniversite öğrenimimiz boyunca yarı yıl ve yıl sonu tatillerinde Ayvalık’a gelince, evimizden sonraki ikinci durak her zaman Geylan Kitapevi olmuştur. Yakınlarımızla hasret giderdikten sonra hemen aynı gün çarşıya iner, çocukluğumuzdaki Fuat amcanın anılarıyla yüklü olarak Geylan Kitapevi’ne giderdik. Bizi her zamanki yürekten gülümsemesiyle karşılardı Ahmet ağabey. Bir taraftan karşılarındaki kişinin kim ya da nasıl bir değer olduğunu bilmeyen dışarlıklılara kalem, defter, fotokopi, tatil için plaj kitabı gibi medar-ı maişet hizmetleri verirken diğer yandan bizimle sohbete koyulurdu. Önce derslerimizden, okul durumlarımızdan başlar, sonra -artık hangi şehirde okuyorsak- üniversitedeki, kentteki, ülkedeki eğilimleri, olayları, gelişmeleri, neler olup bittiğini sorardı. Gençtik ve aman allahım ne kadar çok şey biliyor, kendimizi ne kadar önemsiyorduk. Tarifsiz heyecanlar içinde anlatırdık ona, zaten biliyor olduğunun çok sonraları farkına vardığımız şeyleri. Gülümseyerek, o kalın çerçeveli gözlüklerinin arkasındaki siyah, kocaman, Ayvalık zeytini gözlerinde hiç eksilmeyen bir ilgiyle dinlerdi bizi. Oysa bizim kuşağımızın gençlerinden ortalama 20 yaş büyüktü Ahmet ağabey. Bizim bildiğimizi sandığımız şeylerin çoğu onun dağarcığında küllenmişti bile. Uğur Mumcu’ları, İlhan Usmanbaş’ları ve nice değerli yazın ve sanat insanını onunla tanımıştık. Yıllar geçti, büyüdük meslek, evlendik çocuk sahibi olduk. Ama gelenek hiç bozulmadı. Bir küçük farkla, artık Ayvalık’a gelir gelmez Geylan Kitapevi’ne çocuklarımızı da elinden tutarak götürüyorduk. Zaman geçiyordu, hayatın ne kadar acımasız olabileceğini artık bizzat yaşamaya başlamıştık ve son yıllardaki ziyaretlerimizde bizler bile artık; zaten genellikle sessiz bir bir insan olan sevgili eşi Işık ablamızın da, onun da gözlerindeki yorgunluğu fark edecek kadar yorgunduk. Bir gün; yine o eski dosta kavuşma heyecanıyla kapısından girdiğimiz Geylan Kitapevi’nde bu iki sevgili insanı göremedik. Artık sadece yazılarına ve çevirilerine vakit ayırmak için aktif çalışma hayatını bıraktığını ve evine çekildiğini öğrendik. Sanki anılarımız da köşelerine çekilmiş gibiydi. Geylan Kitapevi birden bire sadece bir kitapçıya dönüşüverdi. Ayvalık’taki dostlardan esenlik haberlerini aldık sevindik, hastalık haberlerini aldık üzüldük. Can yoldaşını yitirdiğini öğrendik hem giden hem kalan için kahrolduk. Evde, işte, yolda, hayatın her anında el ele sürdürdükleri yolculuklarındaki bu ayrılık sadece bir hafta sürdü ve Ahmet ağabey daha Işık ablanın yürüdüğü yolda bıraktığı parıltı sönmeden izinden gitti. Biz ‘Ahmet abi’mizi kaybettik, Ayvalık, 82 yıllık yaşamının her anının bu coğrafyaya adandığı bilgesini yitirdi.
‘Seni tanıyan son kişi ölene kadar sen de var olmayı sürdürürsün.’ diye bir söz vardır. Ahmet ağabeyi, tanımak ne kelime, eserleriyle, kimliğiyle, dostlarıyla, tanıtan öyle bir miras var ki, adı sonsuza kadar Ayvalık’la birlikte yaşayacak ve şükranla anılacaktır. Yine de ona karşı son görevimizin, (ki Ayvalık’ta hem Ahmet ağabeyle olan geçmişi, hem kaleminin gücü itibariyle bunu yapabilecek değerli dostlar var) adını koyduğu, emek verdiği, Ayvalık’ın eski değerlerini yeni kuşaklara tanıttığı ve hatırlattığı o doyumsuz ‘Ayvalık’ta İz Bırakanlar’ kitabının yeni basımında ilk bölümü ona ayırmak olacağına inanıyorum. 

Meraklısına Notlar (!):
Ahmet YORULMAZ
ÇEVİRİLERİ: Üçüncü Düğün Çelengi (Kostas Tahçis) • Bomba Nurettin (Stratis Çirkas) • Eski Tüfekler (Menis Kumandareas) • Üçlü Bir Aşk Hikayesi (Vasilis Vasilikos) • Eski Selanikliler (Kostas Tomanas) • Konuşmayan Su - Erotik Masal (Despina Tomazani) • Post Avcısı (Stratis Mirivilis) • Tombik ile Zıpzıp, (Ellis Aleksiyu) • Öldürülenin Eli (sahne oyunu) • Mucizeler Avlusu (sahne oyunu)
DİĞER ESERLERİ: Ayvalık'ı Gezerken (monografi) • Ayvalık'ta İz Bırakanlar • Bizim Zeytinyağlı Ayvalık Yemeklerimiz (CD'li yemek kültürü derlemesi) • Ayvalık'tan Cunda'dan • Girit'ten Cunda'ya • Kuşaklar ya da Ayvalık Yaşantısı (roman) • Portreler • Savaşın Çocukları - Girit'ten Sonra Ayvalık (roman) • Cunda Yolu Ayvalık’tan Geçer • Ulya-Ege’nin Kıyısında

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder