Genç, güzel ve alabildiğine ‘sarışın’* bir kadın, bir kokteylde Albert
Einstein’ın yanına gidip; “Bay Einstein, bana telefonla telsizin nasıl
çalıştığını benim anlayacağım şekilde anlatır mısınız lütfen?” der. Einstein;
“Hanımefendi dev bir köpek düşünün, arka ayakları Amerika’da, ön ayakları
Avrupa’da. Amerika’da kuyruğunu çektiğinizde Avrupa’da havlıyor. İşte bu
telefon.” der. Genç kadın neşeyle ellerini çırpar ve; “Ah çok güzel anladım,
peki ya telsiz?” diye sorar. Einstein cevap verir: “Telsizde, arada köpek de
yok!”
Evet dostlar; bendenizin teknolojiyi algılama düzeyi, hiç bir zaman yukarıdaki
anekdotta yer alan soru sahibinden çok da yukarıda olmadı. Örneğin -vallahi
şaka yapmıyorum- hala; ‘Yahu inanılır gibi değil, tam şu anda İspanya’da Messi
topa vurdu, Casillas da köşeden çıkardı. Ben de bunu evimdeki ekrandan
izliyorum.’ şaşkınlığı içinde; daha televizyonun bile sırrına erememiş bir
kardeşinizden söz ediyorum. Ama bu konudaki eksikliğimin ve yetersizliğimin
sonuna kadar farkında olarak bundan yaklaşık 20 yıl kadar önce, yakın bir
gelecekte hayatımızı teslim etmeye doğru gittiğimizi sezinlediğim şu ‘internet’
denilen oluşumun ne mene bir şey olduğunu öğrenme, daha doğrusu, sorumluluğunu
taşıdığım insanlara bu konuda yol gösterme ihtiyacını hissettim. İstanbul’da
epey araştırdıktan sonra (o günlerde işin bilimine hakim çok insan yoktu) öğrenimini
ABD’de, bilişim teknolojisi üzerine yapmış olan, genç ama işinin gerçekten
uzmanı birisini bularak randevu aldım. O sırada yöneticisi olduğum reklam
ajansındaki ilgili birimlerde çalışan (sanat yönetmenleri, metin yazarları,
grafikerler, müşteri temsilcileri gibi) elemanlarımızı bu delikanlının ofisine;
deyim yerindeyse ‘kurs görmeye’ götürdüm. İlk soru olarak kendisine; “En
genelinde nedir bu internet? Bunu bana benim anlayabileceğim gibi anlatır
mısınız, (!) çünkü eğer ben bile anlayabilirsem, arkadaşlarım bunu yer yutar.”
dedim. (İnanılmaz geliyor, değil mi? Bu anlattığım daha sadece 20 yıl önce
oluyor. Bir de şimdi geldiğimiz noktaya bakın!) Delikanlı ‘bilgi’ye sahip
olmanın mütevazı utancıyla şöyle bir cevap verdi: “Amerika ile Türkiye ya da
dünyanın herhangi bir köşesi arasında, uzayda hayali boru hatları olduğunu
düşünün. Amerika’da yazdığınız bir mektubu bu boruya koyuyorsunuz, -ve mesela basınçlı
havayla diyelilm- püskürtüyorsunuz, ama öyle kuvvetli ki bu basınç, mektup
bir-iki saniye içinde Türkiye’de elinize ulaşıyor. Bu borunun iki ucundaki
kapakların birer bilgisayar ekranı olduğunu ve bu işlemin o ekranlar aracılığıyla
yapıldığını düşünün. İşte internet denilen sistemin en kalın çizgilerle
anlatımı bu.”
Evet anlamıştım ama teknolojiyi keşfeden, üreten, geliştiren ülkelerin
insanlarının aksine ben de güzel yurdumun insanlarının büyük bir çoğunluğunda
olduğu gibi o bilginin sadece sonuçlarından yararlanangillerden olduğum için bu
idrak orada kaldı. Yerini, sadece uyum sağlayarak bu nimeti kullanmak aldı. Yıllardır
yazılarımı o hayali boru hattı ile Hürses’e gönderiyorum. Ayvalık’taki
dostlarımla, hatta belki 40 yıldır görüşemediğimiz ve Kanada’dan Avustralya’ya
kadar dünyanın dört köşesine yayılmış Ayvalıklı ağabeylerimle, ablalarımla,
arkadaşlarımla haberleşiyorum, yazışıyorum. Bir bilgiye ihtiyaç duyduğumda
bir-iki saniye içinde çalışma odama ulaşıyor. Ama ayın bir de karanlık yüzü olduğu
gerçeğini de unutmuyorum. Ve internet denilen sonsuz kollu ahtapota çooook
dikkatle yaklaşıyorum.
(Bir başka yazıda; ayın karanlık yüzü.)
Ben de aynı durumdayım kardeşim
YanıtlaSil