19 Nisan 2014 Cumartesi

INTERNET-1...

Genç, güzel ve alabildiğine ‘sarışın’* bir kadın, bir kokteylde Albert Einstein’ın yanına gidip; “Bay Einstein, bana telefonla telsizin nasıl çalıştığını benim anlayacağım şekilde anlatır mısınız lütfen?” der. Einstein; “Hanımefendi dev bir köpek düşünün, arka ayakları Amerika’da, ön ayakları Avrupa’da. Amerika’da kuyruğunu çektiğinizde Avrupa’da havlıyor. İşte bu telefon.” der. Genç kadın neşeyle ellerini çırpar ve; “Ah çok güzel anladım, peki ya telsiz?” diye sorar. Einstein cevap verir: “Telsizde, arada köpek de yok!” 
Evet dostlar; bendenizin teknolojiyi algılama düzeyi, hiç bir zaman yukarıdaki anekdotta yer alan soru sahibinden çok da yukarıda olmadı. Örneğin -vallahi şaka yapmıyorum- hala; ‘Yahu inanılır gibi değil, tam şu anda İspanya’da Messi topa vurdu, Casillas da köşeden çıkardı. Ben de bunu evimdeki ekrandan izliyorum.’ şaşkınlığı içinde; daha televizyonun bile sırrına erememiş bir kardeşinizden söz ediyorum. Ama bu konudaki eksikliğimin ve yetersizliğimin sonuna kadar farkında olarak bundan yaklaşık 20 yıl kadar önce, yakın bir gelecekte hayatımızı teslim etmeye doğru gittiğimizi sezinlediğim şu ‘internet’ denilen oluşumun ne mene bir şey olduğunu öğrenme, daha doğrusu, sorumluluğunu taşıdığım insanlara bu konuda yol gösterme ihtiyacını hissettim. İstanbul’da epey araştırdıktan sonra (o günlerde işin bilimine hakim çok insan yoktu) öğrenimini ABD’de, bilişim teknolojisi üzerine yapmış olan, genç ama işinin gerçekten uzmanı birisini bularak randevu aldım. O sırada yöneticisi olduğum reklam ajansındaki ilgili birimlerde çalışan (sanat yönetmenleri, metin yazarları, grafikerler, müşteri temsilcileri gibi) elemanlarımızı bu delikanlının ofisine; deyim yerindeyse ‘kurs görmeye’ götürdüm. İlk soru olarak kendisine; “En genelinde nedir bu internet? Bunu bana benim anlayabileceğim gibi anlatır mısınız, (!) çünkü eğer ben bile anlayabilirsem, arkadaşlarım bunu yer yutar.” dedim. (İnanılmaz geliyor, değil mi? Bu anlattığım daha sadece 20 yıl önce oluyor. Bir de şimdi geldiğimiz noktaya bakın!) Delikanlı ‘bilgi’ye sahip olmanın mütevazı utancıyla şöyle bir cevap verdi: “Amerika ile Türkiye ya da dünyanın herhangi bir köşesi arasında, uzayda hayali boru hatları olduğunu düşünün. Amerika’da yazdığınız bir mektubu bu boruya koyuyorsunuz, -ve mesela basınçlı havayla diyelilm- püskürtüyorsunuz, ama öyle kuvvetli ki bu basınç, mektup bir-iki saniye içinde Türkiye’de elinize ulaşıyor. Bu borunun iki ucundaki kapakların birer bilgisayar ekranı olduğunu ve bu işlemin o ekranlar aracılığıyla yapıldığını düşünün. İşte internet denilen sistemin en kalın çizgilerle anlatımı bu.”
Evet anlamıştım ama teknolojiyi keşfeden, üreten, geliştiren ülkelerin insanlarının aksine ben de güzel yurdumun insanlarının büyük bir çoğunluğunda olduğu gibi o bilginin sadece sonuçlarından yararlanangillerden olduğum için bu idrak orada kaldı. Yerini, sadece uyum sağlayarak bu nimeti kullanmak aldı. Yıllardır yazılarımı o hayali boru hattı ile Hürses’e gönderiyorum. Ayvalık’taki dostlarımla, hatta belki 40 yıldır görüşemediğimiz ve Kanada’dan Avustralya’ya kadar dünyanın dört köşesine yayılmış Ayvalıklı ağabeylerimle, ablalarımla, arkadaşlarımla haberleşiyorum, yazışıyorum. Bir bilgiye ihtiyaç duyduğumda bir-iki saniye içinde çalışma odama ulaşıyor. Ama ayın bir de karanlık yüzü olduğu gerçeğini de unutmuyorum. Ve internet denilen sonsuz kollu ahtapota çooook dikkatle yaklaşıyorum.

(Bir başka yazıda; ayın karanlık yüzü.) 

*Eğer bu köşenin okurları arasında ‘sarışın’ bayanlar varsa lütfen anekdotta geçen imayı üzerlerine alınmasınlar. Ben kendi adıma; tarih kadar eski olan bu ‘sarışın’ sıfatının; hep hicvedildiği üzere ‘zeka’ ile bir bağlantısı olduğuna hiç bir zaman inanmamışımdır. Hele gelmiş geçmiş en ünlü sarışın olan Norma Jean Mortenson’un (namı diğer Marilyn Monroe) IQ’sunun birçok entelektüel ve hatta bilim insanından bile daha yüksek olduğu gerçeği ortada iken...

1 yorum: