Delikanlılığımdan bu yana duyduğum; Türkiye’yi ve benzer sıkletteki
ülkeleri tanımlarken kullanılan bir söylem vardır, ‘Gelişmekte olan ülkeler!’. Aslında, eskiden bu ülkeler ‘az gelişmiş’ diye sınıflandırılırdı.
Sonra ‘üçüncü dünya ülkeleri’ denilir
oldu. Ama üçüncü dünyanın konumlaması biraz muğlak kaldı ve kavramlar biraz
karışmaya başladı. Bu tariflemenin bir de ‘karşı tarafı’ vardı hiç kuşkusuz. O
da doğal olarak ‘gelişmiş ülkeler’
kısacası, o çok genel tanımlamayla; ‘Batı’
idi. İşte artık uluslararası nezaketten midir, ‘şunların sırtını biraz
kaşıyalım da işimize bakalım’ uyanıklığından mıdır bilinmez; Batı’nın
inayetiyle ‘az gelişmiş ülkeler’ ya da ‘üçüncü dünya ülkeleri’ birden
‘gelişmekte olan ülkeler’e dönüşüverdiler. Eh benim delikanlılık dönemlerimin
üzerinden de neredeyse yarım yüzyıl geçti, bir nesil devrildi, toplumlar
evrildi, biz hala ‘gelişmekte olan’ın ötesine geçemedik. Ne gelişmeymiş bu be
kardeşim.
İster bireysel anlamda, ister toplumsal boyutta olsun gelişmiş olma
durumunun bazı parametreleri var tabii. Bunların ekonomik olanları satır
başlarıyla şöyle sıralanabilir: Kişi başına düşen milli gelir, ihracat-ithalat
dengesi, cari açık, döviz karşısında yerli paranın değer kazanıp kaybetme
kırılganlığı, rezervler, yıllık büyüme oranı, alım gücü, piyasa hareketleri,
dört kişilik bir ailenin geçim endeksi, asgari ücret, borsa hareketleri,
uluslararası değerlendirme kuruluşlarının periyodik notlamaları, yabancı
sermayenin girişi-çıkışı ve bunu belirleyen iç koşullar, yatırım yapılan sektör
ve alanların dağılımı, sanayileşme, sınıflar arasında uçurum, bireyselden
toplumsala kadar gelir-gider dengesi, üretim ve tüketim arasındaki oran...
Bir de en az ekonomik parametreler kadar hatta bence daha da önemli olan
toplumsal ve sosyal değerler var: Okur-yazarlık oranı, kişi başına düşen yıllık
kitap-gazete sayısı, eğitim sistemi, (özellikle kız) öğrencilerin durumu, sağlık
hizmetlerinden yararlanma olanakları, kadına yönelik şiddet, çocuk işçi sayısı,
ulaşım, iletişim, barınma, korunma ihtiyaçlarının giderilmesinde devlet
katkısı, bütün ülkelerin anayasalarında değişmez maddeler olarak yer alan ‘insan
hakları’nın ne ölçüde dikkate alındığı, çalışma saatlerinin standartları,
sendikalaşma hakkı, yargıya olan güven, kolluk kuvvetlerine olan güven, sisteme
olan güven...
Ve aslında son derece olağan, olması gereken, insan onuruna yakışır
ihtiyaçlar iken sanki birer fantezi gibi değerlendirilen ama her biri kendi
başına gelişmişlik düzeyinin göstergesi olan bazı diğer parametreler: Kişinin
yılda ne kadar süreyle ve nerede tatil yapabildiği, sağlık, yaşam gibi artık
hayatın olmazsa olmazı olması gereken sigortaların hangilerinden
yararlanabildiği, (yukarıdaki ölçütlerin paralelinde) ayda/yılda kaç kitap
alabildiği, sinema, tiyatro, sergi, konser gibi kültür etkinliklerine ne
sıklıkla zaman ve kaynak ayırabildiği, buna bağlı olarak ülkedeki tiyatro,
opera, bale kurumu ve sanatçılarının sayısı ve güvenceleri, televizyon
karşısında (seçilen program türü ne olursa olsun) günde ortalama ne kadar süre
sarfedildiği...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder