10 Ocak 2014 Cuma

İYİ UYKULAR…

Eskiden evlerin oturma odaları ya da salonlarında aile büyüklerine ayrılan baş köşede, çoook uzun süredir bir televizyon cihazının yer alıyor olması, artık hayatımızın ne kadar vazgeçilmez bir parçası haline geldiğinin en büyük göstergesi. Öyle ki; bugün Türkiye’de yerel kanallar dışında ulusal ölçekte yayın yapan 100’ün üzerinde televizyon kanalı var. Bunların 30 küsuru son zamanların moda deyimiyle ‘ana akım’ kanalı. Sonuçta; Türk halkı kendi yaşam biçimi, kendi haber ya da eğlence anlayışı, kendi dünya görüşüne göre bu ‘ana akım’ kanallardan birini tercih ediyor, izliyor. Kanalların kendileri ve onları izleyen kitleler birbirinden ne kadar farklı olurlarsa olsunlar hemen hepsinin ortak bir yanı var. Yarışma programları! Hemen her alanda kıyasıya yarıştırılıyor insanlar. Para için, ödül için, ün için, eşya için, otomobil için, sözüm ona ‘hayata kalabilmek’ için, hatta evlenebilmek için. Vitrine baktığınızda dört dörtlük bir tüketim toplumunun ihtiyaçlarına cevap veren bir yapı görüyorsunuz. Yani sonuç olarak bu yarışmalara katılanlar da izleyenler de program süresince heyecanlanıyorlar, hoşça vakit geçiriyorlar, eğleniyorlar, kazanıyorlar, kaybediyorlar, taraf olup telefonlarıyla fatura gelene kadar bedelini düşünmedikleri mesajlar atıyorlar ve sonuçta aslında sadece programcıların kazandıkları bir çarkın dişlilerine kapılıp gidiyorlar. Vitrindeki sırlı, parlak aynanın arkasında ise aslında sosyolojik araştırmalara, tezlere konu olacak bir gerçek gizli. Bir süredir bu yarışmalardan birini izler oldum. İnsanların; kullanabilecekleri en ekonomik enstrüman olan ‘ses’leriyle katıldıkları bir yarışma. Kendi alanlarında tanınmış dört jüri üyesinin; önce çok sayıda yarışmacının arasından seçerek kendi takımlarını oluşturduğu sonra kendi seçtiklerini birbirine vuruşturarak elediği bir format. İzledikçe gözlerime inanamıyorum ve üzülüyorum. Türkiye’nin her yöresinden ve her yaştan insan sahneye çıkıyor ve şarkı söylüyor. 15-16 yaşında kızlar, oğlanlar, 40 yaşının üzerinde bayanlar, baylar, arada her yaş ve sosyal gruptan niceleri. Ankara’dan, İstanbul’dan, Balıkesir’den, Artvin’den, Nazilli’den, Antalya’dan, Kıbrıs’tan, Şanlıurfa’dan, Trabzon’dan, Hollanda’dan, Almanya’dan, Fransa’dan… Öğretmenler, muhasebeciler, garsonlar, kuaförler, öğrenciler, lokanta çalışanları, kasiyerler, tezgahtarlar, o güne kadar isimsiz yerlerde şarkı söyleyerek geçimini kazanan yarı profesyoneller, halkla ilişkiler elemanları, işliler ve çoğu işsizler… Kendine güvenenler, güvensizler, hırslılar, ezikler, terbiyeliler, ukalalar, mütevazılar, yırtıklar, jüriye ve program yapımcısına yaranmaya çalışan yalakalar, sessiz bir vakarla sonucu bekleyenler… Ve arka planda yarışmacıların; çoğunluğunun sosyal merdivenin alt basamaklarında oldukları belli olan ve sonucu yürekleri ağzında bekleyen aileleri, dostları, arkadaşları, akrabaları… Kısacası; katılımcısıyla, destekleyicisiyle, düzenleyicisiyle, izleyicisiyle, toplumun bugün geldiği noktanın hiç de küçümsenmeyecek bir örneği. Elemeleri geçenlerin sevinci de kaybedenlerin kırıklığı hatta çoğu zaman kendilerinin ve ailelerinin gözyaşları da içimi acıtıyor. Çünkü herkes bir umudun peşinde. Ve o çark, o umudu öğüte öğüte dönüyor. O umut; düne kadar hangi inşaatın yanından geçerseniz geçin bir amelenin, karnını doyurmak için şehre sığınmış martılar gibi çığlık çığlığa uzun hava söyleyen seslerinde yankılanırdı. İbrahim Tatlıses’in bir gün inşaatta çalışırken söylediği bir türkü sayesinde keşfedildiği şeklindeki şehir efsanesinin kendileri için de gerçekleşeceğinin umuduydu o. Bugün ise onlarca televizyon kanalında, sistemin çok başarıyla uyguladığı yarışmaların  ışıklar altındaki arenalarında yüzlerce katılımcı sesleriyle dövüşüyorlar. Yarın ne kaybedenleri ve hatta ne de kazananları kimse hatırlamayacak. Yeni yarışmacıların yeteneklerini, seslerini, bilgilerini, şanslarını sergileyecekleri yeni yarışmalar olacak ve biz de hayatın hemen her anında yaptığımız gibi televizyonun karşısına geçip olan biteni sadece izleyeceğiz, bitince televizyonu kapatıp yatacağız. Sonra? Sonrası Sayın Uğur Dündar’ın söylediği gibi: “İyi uykular sayın seyirliciler!”

1 yorum:

  1. Aklima sirk geldi önce sonra da hayvanat bahcesi. Ama dilimin ucundaki asil söz aklima gelmiyor. Betimleyemiyorum durumu. Sanki farelerin koşturuldugu labirent hatta senaryosunu bilmedigimiz birisinin yazdigi hic istemedigimiz bir rolü yasiyor gibiyiz.
    O programlari hic seyretmedim bilmiyorum ama her rast geldigimde meshurlarin konusmasinin igrenclik seviyesi inanilmaz seviyesi devam etmeden kanal degustirtti bana.
    Ama gene dogru bir noktaya parmak basmişsin sevgili Hüseyin kardesim

    YanıtlaSil