Bizim
gençliğimizde apolitik olanlar için söylenen bir söz vardı. O yıllarda hayatın
hemen her alanında olduğu gibi naif, küfür içermeyen, düşmanlık barındırmayan,
adeta bir ‘durum tarifi’ olan bir
sözdü bu. ‘Ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum
futbolcu.’ Yıllar içinde yine hayatın her alanında olduğu gibi futbola
bakışımız da sertleşti. Bizim dönemlerimizin; ‘Bir baba hindi…’, ‘Haydi
bastır…’ ‘Hakem, gözüne gözlük…’
şeklindeki havada neşeyle uçuşan tezahüratlarından, ‘Die for you/Senin için ölürüm.’, ‘Kill for you/Senin için öldürürüm.’ ‘Welcome to… Hell/… cehennemine hoş geldiniz.’, ‘Ölmeye ölmeye ölmeye geldik’lere dönüştük.
Futbol…
Kimine göre vazgeçimez bir renk aşkı, bir tutku, bazı sosyologlara göre; özellikle
dünya refah ve kültür düzeyi sınıflandırmasının ikinci kümesinde yer alan
bizimki gibi ülkelerde kitlelerin ilgisini çevrelerinde olup bitenden
uzaklaştırmak için yönetimler tarafından kullanılan bir araç. Hangi bakış
açısından bakılırsa bakılsın ve hangi amaca hizmet ederse etsin hiç kuşkusuz
ülkemizde taraftar, harcama, tesis, gelir, ilgi, olay, çatışma, dedikodu açılarından
her zaman 1 numara olmuş ve sanırım olacak olan spor dalı. Dünyanın birçok
ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de olay artık sporu, rekabeti aşmış, yüz binlerce
kişinin bu yolla ekmeğini kazandığı, başlı başına bir endüstri halini almış
durumda. Üzerindeki dar alanda yönetimlerin, teknik heyetlerin ve takımların
durduğu bir buz dağı bu. Alta doğru; menajerleri, kulüp çalışanları, spor
sağlığı emekçileri, tesis görevlileri, spor malzemeleri üreten ve ucu artık
Uzak Doğu’da, çoğu insanlık dışı koşullarda çalıştırılan işçilere kadar uzanan
şirketler, fabrikalar, spor ürünleri pazarlayan kuruluşların, satan mağazaların
elemanları, o mağazalar için takımlara özel üretim yapan, tekstilinden diğer
malzemelerine kadar yüzlerce atölye, fabrika emekçileri, ulaşım, gıda,
konaklama araç ve tesisleri, yazarıyla, yorumcusuyla, fotoğrafçısıyla görsel ve
yazılı spor medyası çalışanları, onlara iş imkanı sağlayan medya kuruluşları,
bu alanda hizmet veren internet siteleri ve çalışanları, bütün bunların amatör
kümelerden süper lige kadar yayılan sayılarda tekrarı şeklinde genişleyen, üstüne
bir de Türkiye de dahil olmak üzere dünyanın her köşesinde inanılmaz paraların
el değiştirdiği bir ‘bahis çarkı’nın içinde yer alan sayısız katılımcı ve
düzenleyiciyle dev bir buz dağı. Ve hepsinin ötesinde; bu buz dağının üzerinde
yüzdüğü, olmazlarsa bu endüstrinin asla var olamayacağı bir okyanus; TARAFTAR! Çok
söylenen bir tezahüratın cümleleriyle ‘O yollarda beraber yürüdükleri, yağan
yağmurda beraber ıslandıkları’, büyük bir çoğunluğunun sınırlı gelirlerini
bilete tahvil ederek her hafta, iç saha olsun, deplasman olsun takımlarının
yanında yer almaya çalışan halk kitleleri. Üstelik asgari ücretin Temmuz 2013
itibariyle 16 yaşından büyükler için aylık net 803 lira, 16 yaşından küçükler
için (böyle bir klasmanın olması bile başlı başına bir utanç vesilesi) aylık
net 700 lira olduğu bir ülkeden söz ediyoruz. Bütün bu insanlar her hafta;
özlemlerini, hırslarını, yapabildiklerini, yapamadıklarını, mutluluklarını,
mutsuzluklarını, işlerindeki evlerindeki, genel olarak yaşamlarındaki
sorunlarını çeşitli renklerdeki formalar olarak giyinip maça gidiyorlar, hayattan
bir buçuk saat çalıyorlar, takımları galip geldiyse adeta kişisel bir zafer
duygusunu, yenildiyse bir düş kırıklığını daha yüklenerek bıraktıkları
noktadaki gerçeğe dönüyorlar. Taa bir hafta sonrasına kadar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder