27 Temmuz 2013 Cumartesi
YAZIK…
İnsan;
yaşadığı gün, yer ve çevresinde olup bitenlerden mutlu olmadığı zaman çareyi
eskiye dönmekte buluyor. Eskiyi hatırlamak, eskiyi konuşmak, eskiyi özlemek
galiba bir ölçüde sigorta oluyor yaşanan çirkinliklere karşı ve bunu da
duygusal bir zarfa koyup adına ‘nostalji’
demeyi tercih ediyoruz. Tabii ‘eski’ derken kimin ve hangi dönemin ‘eskisi’
olduğu da başka bir tartışma konusu. Örneğin bazen ‘90’lar’ diye başlayan sohbetlere
tanık oluyorum. Çocuklarım için belki çok geride kalmış olan bu zaman dilimi
benim için daha ‘dün’ oysa. Benim ‘nostaljim’ 60’lara kadar uzanıyor. 60’ların
Ayvalık’ına, Türkiye’sine, dünyasına. 60’larda olanları, yaşananları, insanları
hatırlıyor, hatırlatıyor, anlatıyor, yazıyorum. Sadece zaman çarkına göre değerlendirecek
olursak 60’lar dediğimiz olgu alt tarafı 10 yıllık bir süreci kapsar. Ama gerek
o on yılda yaşananlar gerek sonraki on yıllara bıraktığı miras açısından; adı
konulmasa da adeta bir çağın bitip diğerinin başladığı bir parantezdir 60’lar
insanlık tarihinde. İzleri sonraki 50 yıla ve 21. yüzyıla imzasını atacak
kişilerin önderliğindeki dönüşümler, değişimler, olaylar yaşanmıştır. 60’lar, özünde,
dünya ve kaçınılmaz olarak Türkiye için bir ‘isyan’ dönemidir. Siyasette, uluslararası ilişkilerde, sporda,
müzikte, edebiyatta, modada, yaşam biçimlerinde… kısacası hayatın hemen her
alanında; özgürlük ruhunun üzerindeki ölü toprağının kalktığı, düzene karşı
çıkış, direniş yıllarıdır. Almanya’da Kızıl Rudi’nin önderliğinde (Rudi
Dutschke) sol öğrenci hareketi alev alırken Fransa’da vahşi kapitalizme karşı
ülkede hayata geçirilen genel grevde işçi ve öğrencilerden oluşan ünlü 13 Mayıs
gösterilerine yaklaşık 1 milyon kişi katılıyor ve Batı’nın düzeni sarsılıyordu.
Aynı
dönemde dünyanın diğer ucunda, kapitalist düzene karşı çıkış ve anti-militarist
yaklaşım başka bir harekette, daha bir Amerikan usulü mecrada seyrediyor ve
tarifini ‘Hippilik’ denilen bir felsefe ve yaşam tarzında buluyordu. Amerika’daki
60 kuşağının en önemli hareketi, o zaman Amerika’nın yürüttüğü Vietnam
Savaşı’na karşı yaptıkları protestolardı. Hippiler ile birlikte tüm Amerika’da
ve dünyada yayılan savaş ve Amerikan karşıtı gösteriler nedeniyle Amerika, savaşı
sonuçlandırmadan geri çekilmek zorunda kalıyordu. 1959 yılında zafere ulaşılan Küba Devrimi
sonrası, 1967’de efsanevi direnişçi Che Guevera’nın Bolivya dağlarında
yakalanıp öldürülmesi de yangının üzerine benzin döküyordu. Dünya alev alev
yanarken kıvılcımlarının Türkiye’ye sıçraması da kaçınılmazdı. Bayrağı yine;
baskıcı rejime muhalif öğrenciler taşıyordu. Giderek artan tepkiler 28 Nisan
1960’ta İstanbul Üniversitesi’nde; artık adı Kadıköy vapurlarından birinde
yaşayan Turan Emeksiz alı öğrencinin öldürülmesiyle doruğa çıkan direniş ‘ordu gençlik el ele’ sloganında tarifini
buluyor ve 1960 hareketiyle sonuçlanıyordu. Sular durulmuş gibi görünse de
60’ların son çeyreğinde ağır ağır ‘dipten
gelen dalga’ dünyadaki hareketlerle eş zamanlı olarak Türkiye’de de en genel
tanımıyla ‘öğrenci hareketleri’ diye nitelenen sürecin önünü açıyor ve sağ ve
sol görüşlü öğrenci kitlelerinden yüzlerce gencimizin ölümüyle sonuçlanıyordu.
Son noktada tarihin bu dönemi kapsayan kalın kitabın kapağı Deniz Gezmiş, Yusuf
Arslan, Hüseyin İnan’ın üzerine kapandı. 60’ların son döneminde yakılan bu başkaldırı
meşalesini daha da ileriye taşıyan 70’ler kuşağının nefesi de ancak 1980
darbesine kadar yetebildi. 80’lerden sonrasını ise ne siz sorun ne ben
söyleyeyim. Ben ve benim kuşağım bütün yukarıdaki süreçleri ya bizzat yaşadık,
ya tanık olanlardan dinledik. Katıldık, acısını çektik, mücadelesini verdik ve sağ
kalabilecek kadar şanslı olanlarımız şimdi köşelerine çekildi. Gelinen noktada
yapacak tek şey kaldı bize. Hepsini duygusal bir zarfa koyup bütün
gerçekliklerine rağmen, adına ‘nostalji’ demek. Ne kadar yazık.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder