25 Mayıs 2013 Cumartesi

SÜNNETÇİ…


Bir adam yolda yürürken, bir dükkanın vitrininde çok güzel, orijinal bir çalar saat görür. Bütün vitrinde sadece o saat vardır. İçeri girer ve dükkan sahibine “Vitrindeki saati gördüm, ben de böyle bir saat almak istiyordum, fiyatı nedir acaba?” diye sorar. Dükkan sahibi gayet sakin bir şekilde, “O saat satılık deği, zaten burası da saatçi değil, ben sünnetçiyim.” der. “Peki o zaman vitrine neden bir saat koydunuz?” diye sorar birinci adam. Dükkancı aynı soruyu defalarca yanıtlamış olduğunun anlaşıldığı bıkkın bir sesle, “Ya ne koysaydım?” der.

Bazen, sizlerle buluşacağımız haftalık yazıları yazmak üzere bilgisayarımın karşısına oturduğumda kendimi o dükkancı gibi hissettiğim oluyor. Sizlere elimden geldiği, aklım yettiği, belleğimin izin verdiği ölçüde eski dönemlerden söz ediyorum. Eski Ayvalık’tan, eski Türkiye’den, insanlarımızdan, yaşananlardan, anılardan… Çünkü toplumsal yaşamımızın hiç bir döneminde olmadığı kadar unutkan olduk. Bırakın yakın ya da uzak geçmişimizi, ‘dün’lerle ifade edilebilecek olayları bile unutmayı, insanları silmeyi tercih eden ya da buna yönlendirilen bir toplum haline geldik. Adeta ülke olarak büyük bir akvaryumda yaşıyoruz ve hepimiz akvaryumun içinde bir o yana bir bu yana, amaçsız, hedefsiz yüzüp duruyoruz. Yaşamsal işlevlerimizi yerine getiriyoruz tabii ki bu başıbozukluk içinde. Aynen balıklar gibi biz de verilen yemleri yiyoruz, uyuyoruz, kavga ediyoruz, ürüyoruz ve aynı balıklar gibi bir buçuk saniye önce akvaryumun içinde olmuş olanları unutuyoruz.

Bir; projeler, uygulamalar, demeçler, planlar, değişimler bombardımanına maruz kalmış durumdayız. Akşam yatıyoruz, sabah kalkıyoruz, büyüklerimizin, ince ince, tamamen bizim dışımızda ve bize rağmen planladıkları bazı değişimlere yol açacak yeni bir projesinin daha uygulamaya konulduğunu görüyoruz. Ve bu konuda karşılıklı ‘olurdu-olmazdı’ demeçleri süreci başlıyor. Taa ki yine bir sabah uyandığımızda o güne kadar her nedense hiç bir aklı-evvelin düşünememiş olduğu yeni bir proje için aynı süreci yaşamaya mahkum edilene kadar. Her gün  ama her gün; hukuk, spor. sanat, sağlık, eğitim, ulaşım, askeriye, diplomasi, uluslararası ilişkiler, polisiye, maliye, medya, yönetim, ulusal kimlik… kısacası hayatın hemen her alanında toplumumuzu bir araya getiren ve bir arada tutan temel değerlerin kimlik ve saf değiştirdiğine, eksenin kaydığına, mayanın bozulduğuna tanık oluyoruz. Kimsenin bize bir şey sorduğu yok. Tam aksine bize ne yapmamız gerektiğini söyleniyor.

Bazen en (ya da tek) yetkili ağız tarafından, bazen kendisinin lütfedip görev verdiği ama bu görevi verirken de neyi nasıl söylemeleri gerektiğini belirlediği ve belli ki bizlerden yani toplumun kendileri dışında geriye kalan bütününden daha akıllı olduklarına hükmedilen ağızlar tarafından. Ve biz… söylenenleri yapıyoruz.
Ben kulunuz da her hafta sizlere ulaşacak yazıyı yazmak üzere bilgisayarımın karşısına oturduğumda; ülkede bütün bunlar yaşanırken ve daha kimbilir neler yaşanacak olurken kendimi Ayvalık’ın efsane sünnetçisi Adem bey gibi hissediyorum ve vitrine eski anıları, eski insanları koyuyorum.

Çünkü… Hakim; görülen dava sonrası karşısında duran tutukluya “Görevi başındaki devlet memuruna hakaret etmekten dolayı seni 6 ay hapse mahkum ediyorum, söyleyecek bir şeyin var mı?” diye sormuş. Tutuklu; “’Var, hem de nasıl var ama görüyorum ki pahalıya mal oluyor.” demiş.

Haftaya yine; ‘eski günler’de buluşmak üzere.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder