31 Mart 2012 Cumartesi

DEVLET ANA…


Geçtiğimiz hafta sizlerle duygularımı ve düşüncelerimi paylaştığım, Türk dilinin, koskoca bir kültürü yansıtan derinlikteki en güzel ifadelerinden biri olan ‘baba evi’ni kaleme alırken aklımın bir köşesinde hep; ‘Peki ya anneler, annelere haksızlık etmiyor musun?’ düşüncesi vardı. Neyse ki dilimiz, benim bu ihmalimi fazlasıyla giderecek zenginliğe de sahip.
Annelerimize verdiğimiz değerin en canlı kanıtı, zaten dilimizin kendisi. İçine doğduğumuz, ilk sözcüklerini hecelediğimiz, eğitildiğimiz, okuduğumuz, yazdığımız, birlikte geliştiğimiz yani bizi sosyal bir varlık haline getiren en önemli etmen olan dilimize ‘ana dilimiz’ diyoruz.  Ve bu kadarla da kalmıyor. Hayata dair hemen her yaşanmışlığın ‘anne/ana’ ile doğrudan ilgisi, kendisini bulduğu bir ifadesi var. Her ne kadar dilbilimciler bazı söylemlerdeki ‘ana’ sözcüğünün biyolojik ‘ana’yı değil, bir olgunun ‘temelini, esasını’ ifade ettiğini söyleseler de bu, benim için malumu ilandan öteye geçmiyor. Çünkü benim için, hangi anlamda olursa olsun, hayatın da, varoluşun da, temelinde esasında zaten ‘ana’ yatıyor.  Bir insanın emeğini helal etmek için ‘ananın ak sütü gibi’ diyoruz. Daha saf, daha içten ne olabilir? Yabancı dillerde çeşitli şehircilik deyimleri ile ifadesini bulan; bir kentin en büyük arterine biz yeni bir sözcük icat etmekle uğraşmamışız bile. Bizim için o; ‘ana cadde’dir. Yani o kentin can damarı, hayatın aktığı, yan yolların hepsinin kendisine çıktığı nehir. Canlıların klonla çoğaltılma aşamasına bile ulaşan bilim henüz; var oluşun en büyük mucizelerinden biri olan ‘ana sütü’nü sentetik yöntemlerle üretemiyor.
Son zamanlarda ‘okul öncesi’ diye biz sözcük yerleştirilmeye çalışılsa da, hayata hazırlanmada bebelerimizin ilk toplumsal varlık olma adımlarını attıkları okulun adının ‘anaokulu’ olmasının bir nedeni vardır mutlaka. Varlığımızın, özgürlük ve haklarımızın temeli olması gerekirken, üzerinde bu kadar oynanmasının, dönemlere, ihtiraslara, çıkarlara alet edilmesinin bile başlı başına bir utanç olduğu; bir toplum olarak bir arada barış ve mutluluk içinde yaşamamızın kurallar dizinine ‘anayasa’ diyoruz. Yaşımız kaç olursa olsun, kötülük başa geldiğinde, ayağımız taşa değdiğinde sorgusuz sualsiz içine girebileceğimiz tek sığınak ‘ana kucağı’dır. Karşılıksız veren, hep veren, hep veren, çocuklarının eline kıymık batsa gayrısı yalan ağlarken tek içi yanan, kızını evlendirirken titreyen, oğlunu askere gönderirken onurla sızlayan ‘ana yüreği’dir. Nesiller boyu; yolunu bekledikleri o oğulların arasından askerden dönemeyenlerin; uğruna yaşamlarını feda ettiği coğrafya ‘anavatan’dır.
Öfkemizin ilkel dışavurumlarını bile ne dediğimizin farkında bile olmadan onların aziz adlarının üzerinden yaparız. Yeminlerimizde onlar vardır, dualarımızda, özdeyişlerimizde, hatta ne yazık ki küfürlerimizde bile…
Bizim annelerimizin hepsi birer ‘Devlet Ana’dır, birer ‘Anadolu’dur.
Hepsinin mübarek ellerinden öperim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder