4 Ocak 2014 Cumartesi

GEYLAN KİTABEVİ…

Yıllar önce (evet, sizlerle bu köşede buluşmaya başlayalı yıllar oldu) Ayvalık ve Ayvalıklılar’a dair ilk yazımı. çocuk aklımda ve yüreğimde çok özel bir yeri olan Fuat (Geylan) amca hakkında yazmıştım. Daha o yıllarda (1950’ler) sinemaları, Şehir Kütüphanesi, yerel gazeteleri, fotoğrafçı değil fotoğraf sanatçıları, kültür faaliyetleri ile Batı’nın her zaman en uygar kasabalarından biri olan Ayvalık’ımızın iki kitapçısından biri olan Geylan Kitabevi’nin sahibiydi Fuat amca. Diğeri de ömrüm oldukça saygıyla anacağım, sessiz, sakin, her zaman iki dirhem bir çekirdek giyinen, artık yasaklanan andımızda söylenene ek olarak, herkese olduğu gibi ‘küçüklere’ de saygıyla davranan, dükkanına ne zaman girsem kendisini kitap okurken gördüğüm Şerafettin amca idi. Nazım’ın Masalların Masalı şiirine nazire olacak şekilde önce Şerafettin amcanın dükkanı gitti. Kayboldu Ayvalık’ta sureti. Sonra çocukluğumdan bu yana tanıdığım, bildiğim, sevdiğim Ayvalıklılar birer birer gittiler. Anıları olmasa da suretleri akıllarımızdan çıkar oldu. Değişen çağla birlikte değerlerimiz, alışkanlıklarımız ya kayboldular ya biçim değiştirdiler. Zamana yenik düşenlerin başında, zaten hiç bir zaman kültürümüzün doğal bir uzantısı haline getiremediğimiz, içselleştiremediğimiz kitaplar yer alıyordu. Çocukluğumuzda bize ‘insanın en iyi dostu’ diye öğretilen kitaplar. Şimdi en iyi dostumuz hatta tek komşumuz televizyon oldu. Seçme şansımızın olmadığı, bize ne sunulursa onunla yetindiğimiz, karşısında günlerimizi, gecelerimizi ve farkında olmadan ömrümüzü tükettiğimiz aptal kutusu. Biz çocukluğumuzun sınırlı imkanları içinde dahi olsa dünyayı kitaplardan, dergilerden öğrenirdik ve okumak emek gerektiren bir eylem olduğu için öğrenilenler akılda kalırdı. İyi öğretmenlerimiz vardı. Adını koyamasak da çocukluğumuz ve ilk gençliğimiz boyunca neleri biriktirdiğimizi, nasıl analitik bir düşünceye sahip olacak şekilde yetiştirildiğimizi ancak ilerideki yıllarda anlayacaktık. Öğretimi belki okulda alıyorduk ama eğitmenlerimiz hayatın her anında yanımızda idiler. Bizde yanlış bir davranış gördüklerinde; ‘yahu bu başkasının çocuğu, anası babası ne der’ gibi kaygılara düşmeden uyaran, düzelten, ne biz ne kendileri farkında olmasak da bizi hayata hazırlayan komşularımız, belediye otobüsü şoförlerimiz, biletçilerimiz, kasabımız, manavımız, berberimiz, fırıncımız, balıkçımız, garsonumuz, esnafımız vardı. İşte onlardan biriydi Fuat amca. Hatırlayanlar bilirler, bugünkü Emin Süner pasajının giriş kapısını oluşturan yerdeydi Geylan Kitabevi. İki büyük cam vitrini, içeri girince tam ortada büyükçe bir camlı tezgah/sergi alanı, her iki duvar ve arka tarafta boydan boya kitap rafları ile sıcacık bir dükkandı. Tezgahın arkasında uzun boyu, iri gövdesi, haşmetli göbeği, ‘şişe dibi’nden hallice bağa gözlükleri, el örgüsü kolsuz yeleği ve kolları dirseklerine kadar sıvanmış beyaz gömleği ile Fuat amca bir taraftan gezici satıcı İhsan amcanın omuzundaki askıya günlük gazeteleri sıralar bir taraftan “Tesas, Tommis, Süpürmen, Pekosbil, yeni sayıları geldi.” diye yoldan gelip geçen çocuklara seslenirdi. Ve bizler her hafta yolunu gözlediğimiz, ‘Keşifler ve İcatlar’ adlı çocuklara göre hazırlanmış bilim ve sanat dergisinin yanı sıra , ‘Cin Ali’nin Maceraları’, ‘İki çocuğun Devr-i Alemi’, Jules Verne’in kitapları kadar o ‘Teksas, Tom Miks, Superman, Kinova ve Pekos Bill’lerle de hayal dünyamızı zenginleştirirdik. Geylan Kitabevi; Fuat amcadan sonra; sadece kitapları, araştırmaları, çevirileri ile değil birikimi, vizyonu ve sohbetleri ile de Ayvalık kültür yaşamının kilit taşı olan Ahmet (Yorulmaz) ağabeyle ve kendisinden sonra emanet ettiği büyüklerimizle uzun süre varlığını sürdürdü. Ayvalık’a gelirken içimde hep; orada bir yerde Geylan Kitabevi’nin var olduğu qüvenini hissederdim. Eğer yanıma, ömrüm boyunca benim için yemek-içmek kadar doğal bir gereksinim olan birkaç kitap almamış olursam; “Nasıl olsa pasaja uğrar, yeni baskı olsun, eski arayıp bulamadığım kitaplar olsun Geylan’da bulur alırım.” rahatlığını taşırdım. Aynen geçen ay Ayvalık’a geldiğimde olacağını sandığım gibi. 25 yıllık evlilikten sonra gerek kendi edindiği anılar, gerek çocukluğuma ve gençliğime dair paylaştığımız ve hepsi belleğinde yer etmiş eski Ayvalık ve Ayvalıklılara dair biriktirdikleri ile artık benim kadar Ayvalıklı olan eşimle birlikte çarşıya indik ve büyük bir gönül rahatlığıyla pasaja girdik. Bir başka yazımda sizlerle, yitirdiğimiz mekanlar, insanlar, anılarla ilgili üzüntülerimi paylaşmaya çalışmıştım. Ama hiç biri pasaja girip o sağdan ikinci dükkanı boş görmek kadar yaralamadı beni. Geylan Kitabevi artık yoktu. Kitaplar yoktu. Suretleri kaybolmuş, geriye sadece anılar kalmıştı. Orada o boş camlara bakarken, akşam üzeri İstiklal İlk Okulu’ndan eve dönüş yolunda bir kaçamak yapıp, eski dükkanda, hemen girişin sağında, küçük bir tabureye oturmuş, sanki dünyanın en önemli işini yapar gibi Pekos Bill’in son sayısındaki maceralara dalıp gitmiş küçük bir çocuğun hayalini görür gibi oldum. Ah; güle güle Geylan Kitabevi ve teşekkürler sana Fuat amca. Var olduğun için, bana her zaman o ‘Tesas, Tommis, Süpürmen’leri bedava okuma izni verdiğin için. Benim dünyamda böyle bir iz bıraktığın için. Bugün ne olduysam ya da olabildiysem, inan senin de katkın, emeğin vardır üzerimde.

1 yorum:

  1. Matbaanin cografyamiza gec girisi kadar egemen bagnazlarin oluşturdugu ogrenilmis çaresizlim gibi bir şey kitapsiz olmayı yadirgamamak.
    Evde tv acmadimiz akşamlar bir şeyler üretebildigimi fark edeli çok oldu.
    Yazik oluyor kitapçılara. Eski gezgin kütüphaneler ve gezgin kitapcilarin koyleri gediğini anımsayan bizler şimdi tv be Internet yüzünden okumanin ne demek olduğunu bir toplumun arasinda kalmiş hilkat garibleriyiz.

    YanıtlaSil