Kızılderili Şef Seattle 1854 yılında yaptığı tarihe mal olan konuşmasının bir bölümünde der ki; “Çocuklarınıza bizim çocuklarımıza öğrettiğimizi öğretin. Dünya annenizdir. Dünya ne olursa, dünyanın oğullarına da aynısı olur. Eğer insanlar toprağa tükürürse kendi üzerlerine tükürürler.”
Gazetelerde, yaklaşık 30-35 yıl önce gittiğim ve hayran olduğum Eğirdir Gölü’nün; çevresi çöp yığılı küçük bir gölete dönüştüğünü gördüm, içim acıdı.
Kirli bir dünyada yaşıyoruz. Ve hızla kirletmeye devam ettiğimiz bir dünyada. Benim çocukluğumda bu böyle değildi. Alt tarafı 50 yıldan söz ediyoruz. İnsan için uzun ama insanlık için göz kırpması kadar kısa bir zaman süresinden. Son yıllarda özellikle kentlerde çok moda olan bir gıda üretim biçimi var. ‘Organik tarım’ deniliyor adına. Bu organik tarım ürünleri normal ürünlere göre en az iki-üç kat daha fazla paraya satılıyor. Domatesin, patlıcanın, kabağın, tavuğun, elmanın hatta buğdayın ve o buğdaydan yapılan ekmeğin bile organiği var. Bu üretim biçimine bu adı koymak bile başlı başına bir itiraf. Demek ki, bulamayan ya da parası yetmeyenlerin yediği her türlü gıda, ‘inorganik’.
Nereden nereye geldik şu 50 yılda. Benim çocukluğumda domates domatesti. Şeftali, zar gibi soyulan kabuğuyla ve mis gibi kokusuyla anılarımda kaldı. Gıdaların genleriyle oynamak bir endüstri halini aldı. Çekirdeksiz karpuzu gördük. Hatta, -benim sınırlı görüşüme göre- doğaya ve yaradılışa nedensiz bir hakaret olan ‘küp’ karpuzu bile gördük. Anadolu’nun yüzyıllardır canlı et deposu olan Kars bitirilirken, yine genleriyle oynanmış büyükbaş hayvan ithal edildi bu ülkeye. Üzüm bağlarının, mandalin bahçelerinin yerine bilmem kaç yıldızlı oteller yapıldı. Tohum ithal eder olduk. Bergama’yı siyanürün içinde erittik. Allianoi’yi gömdük. Karadeniz’in cansularını kestik. Kazdağı’nı yememize az kaldı.
Ders de almıyoruz. Çernobil’i unuttuk. Japonya artık uzaktan uzağa üzüldüğümüz ama galiba biraz da ‘bizde olmadığı için şükrettiğimiz’ bir haber konusuna dönüştü. Bütün olaya bir doğal afet olarak bakar olduk. Oysa işin ‘organik’ tarafı deprem ve tsunami. Nükleer santral, radyasyon sızıntısı ve etkilerinin en az 150 yıl süreceği söylenen hava, su, toprak kirliliği tümüyle ‘inorganik’. Önce Gökova’yı bitirdik. Ve ‘neylerse güzel eyler’ büyüklerimiz şimdi Sinop’u ve İğneada‘yı tüketmeye hazırlanıyorlar. Bilim insanlarının, çevre gönüllülerinin, yöre halklarının, hatta uluslararası kuruluşların karşı çıkmaları sağır duvarlara çarpıyor. Kirletmeye ve yeni kirlilikler icat etmeye devam ediyoruz. Ozon tabakasındaki incelme bir şehir efsanesi halini aldı. Havayı, toprağı, şehirleri, dağları, dereleri, denizleri kirletmek yetmedi. Gürültü kirliliğini, görüntü kirliliğini icat ettik. Somut kirlilikler de kesmedi bizi. İlişkiler kirlendi, hasletlerimiz kirlendi, dilimiz kirlendi, iletişim kirlendi, sınavlar kirlendi...
Kısacası... biz kirlendik. Ve toprağa tükürmeye devam ediyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder